Herkes Sanatla İyileşir

Amcamızın adı Batuhan Bozkurt; zor bir hayat yaşamış. çok uzun uzadıya hayatını yazmak istemiyorum ama sanatın nelere deva olduğunu n...






Amcamızın adı Batuhan Bozkurt; zor bir hayat yaşamış. çok uzun uzadıya hayatını yazmak istemiyorum ama sanatın nelere deva olduğunu neden sanata önem vermemiz gerektiğinin bir kanıtı gibi kendisi....


Oğlu şehit olmuş, parkinson hastası bir amca... Cennet şehir İzmir'in Urla ilçesinde yaşıyor.
Taşlarlar resim yapıyor,Ud çalıyor.

Ellerinde hareket bozukluğu var, ancak müzikle kendini tedavi ediyor.

"Çakıl taşı mozaik tekniği" yaptığı sanatın adı. Yaptığı işlerde harikulade...





Yaşadığı yerde sanat filizlerinin yeşermesine de katkıda bulunuyor. "Emek Kültür ve Sanat Evi"ni kurdu.
Onunla röportaja giden Anadolu Haber ajansı muhabirine parkinson hastalığının önlenemez etkilerini minimalize ettiğini söylemiş.


CNN Türk'ten Cansu Karadan AA'dan gelen görüntüleri haber yaptı. Ancak bu güzel hayat hikayesine ulaşamayanlar için haberi sitemde paylaşıyorum...






Kırmızı ve Mavinin Dansı

Bu yıl Filmekimi belki de bugüne kadar en iyi film listesiyle karşımıza çıktı. Emir Kusturica, Pedro Almodovar, Jim Jarmusch,   Ter...




Bu yıl Filmekimi belki de bugüne kadar en iyi film listesiyle karşımıza çıktı. Emir Kusturica, Pedro Almodovar, Jim Jarmusch,   Terrence Malick, Asghar Farhadi  gibi bir çok yönetmen yer aldı. Filmlerin çoğunu izleme fırsatı buldum. Gerçekten festival çok güçlüydü.





Favori filmim ve her filmine hayran kaldığım Pedro Almadovar’ın “ Julieta “ filminin paylaşmak istiyorum. Festivaldeki en sağlam filmdi. Biletleri ilk saatlerde bitti aynı hızda ek salonların biletleri de satıldı.




Julieta, iki saat gibi kısa bir süre içerisinde hayatı anlatan bir film. İçerisinde her duygu barındıran güçlü bir film.

Julieta,  89. Akademi Film Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film ödülü için aday oldu. Festivaldeki yoğun ilginin ardından sinema salonlarında yerini aldı.



Julieta, Lezarno ile yeni bir hayat kurmak ister, tam hazırlık aşamasındadır. Madrid’den taşınır. Başka bir yerde yepyeni bir hayat kurmaya çalışır. Ancak geçmişten biri ile karşılaşır, her şey değişir, film başlar artık. Julieta'Madrid de kalır.





Julieta’nın gençliğine yolculuk başlar ve onun geçmişine tanıklık ederiz. Kurgu ve mükemmel çekim planıyla geçmişi izledikçe, gelecekte gösterilen detaylar ile arasındaki bağları kurarız.
Geleceğin sırrını geçmişle çözeriz.

 Julieta, sahil kasabasında yaşayan bir adamla trende karşılaşır, Ki bu tren sahnesinde yönetmenliğini göstermiştir Pedro… Tablo gibi çekimler, renkler, müzik ve duygular her şey.... Bu sahneler perdeden akarken içimize işler. 




Yine Julieta bu tren yolculuğu esnasında tanıştığı adamla yaşamaya karar verir. Peşine kasabaya gider. Evlenirler çocukları olur. Her şey son derece güzeldir. Kırmızı ile mavi ahenk içinde dans etmektedir. Filmdeki minik detayları yazmıyorum izlemeyen insanlar için sürprizler saklı kalsın. 







Yakışıklı balıkçı Xoan, Julieta ile çapkınlıktan  ötürü tartışır. Fırtınalı bir günde balık avlamak için teknesiyle açılır. Hayatını kaybeder. 

Sonra Julieta ve kızı bu tramvayı atlatmak için Madrid’e gider. Orada kızı çok  iyi bir arkadaş bulur her şey düzelmeye başlamıştır. Ancak bir gün Julieta’nın kızı da yok olur gider. Onu izinde, bir kadının güçlü kalmasını ve mücadelelerini izleriz.

Yukarıda yazdığım filmi başlatan kişi Julieta’nın kızının en yakın arkadaşı…

Filmin konusunu kısaca anlattım. Sonunu yazmak istemiyorum.



Pedro Almadovar’ın kadın karakterler üzerine böylesine derin ve böylesine ayrıntılı filmler çekmesine şaşırıyorum. Buna bayılıyorum… Almadovar kadınları, her zaman güçlü, yarına hazırlanıyor ama hayat onlara çok büyük oyunlar oynuyor. Ancak Almadovar kadınları bunlar, yarını yakalamaya, küllerinden doğmaya başlıyorlar.

Filmde kadınlık, anne olma, aşk, tutku, ihanet, özlem, arayış en ağır basan unsurlar. Ve Pedro Almadovar gibi bir usta tarafından titizlikle tasarlanarak aktarılıyor.

Almadovar filmlerini izlerken, bir porsiyon frambuazlı pasta yiyeceğimi bilirim. O kadar tatlı bir görsel şölen ki. İmzasıdır Pedro’nun kırmızı ve mavi rengi. Her filminde vardır bu… Ancak Julieta’da kırmızı ve mavi adeta dans ediyor. 


Çekimler, sahne tasarımı, ve yazacak bir şey bulamadığım oyunculuklarıyla Pedro Almadovar beni seyirci  olarak yine mutlu etti. 








Gulabi Gang Çetesi ! Pembe Sopalılar Çetesi

Bu resimdeki pembe kıyafetli hanımlar bir çete aslında. Yaptıkları ve sayıları sizi şaşırtacak, eminim. 100 bin kişilik bir mevcutlar...



Bu resimdeki pembe kıyafetli hanımlar bir çete aslında. Yaptıkları ve sayıları sizi şaşırtacak, eminim. 100 bin kişilik bir mevcutları var 2016'ı itibariyle... Hindistan'da yaşıyorlar.

 Peki bu çetenin faaliyetleri ne derseniz?

 Bu çetenin haksızlığa tahammülü yok. Ne kadar ezilmiş kadın varsa, kocasından dayak yiyen kadın varsa, çete ellerine sopayı alıyor ve adaletsizliği çözmeye çalışıyorlar.





Helal olsun....

 Sopaları dert görmesin. Bu çeteden her ülkede bulunsun. Çünkü fiziksel olarak farklı olan kadınlara, korkaklıklarından ötürü şiddet uygulayan çok fazla kişi var. Kişi asla erkek değil!

 Ayrıca bu kadınlar sadece şiddet uygulayan kocaları değil, mesela mahkemede şiddet gören kadının kocasını serbest bırakılsın ya da emniyet şikayette bulunan kadını geri çevirsin hemen müdahale ediyorlar. Mahkemeyi de basıyorlar, karakolu da....
,




Ülkemize acilen bu çeteden getirilmeli, gerekirse Hindistan'dan ithal edilmeli. Şort giydi diye tekme yiyen Ayşegül Terzi'ye destek olmalılar. Hatta o iğrenç insan özeti adama üç kere beraat kararı veren mahkeme çalışanlarını da elden geçirmeliler. Sistemi düzeltip adaleti sağlayacaklarına inanıyorum.

Bu çeteyi biraz daha yakından tanıyalım. İşte üyelerden birinin hayatı...







Gülse Birsel YAZLIK...

           Bugün sizlere okuduğum en güzel kitabı önereceğim. Hepimizin sevdiği , ilgi ile takip ettiği Gülse Birsel'in " Yazlı...

 

        Bugün sizlere okuduğum en güzel kitabı önereceğim. Hepimizin sevdiği , ilgi ile takip ettiği Gülse Birsel'in " Yazlık " isimli kitabını anlatmaya çalışacağım. Bu kitap Gülse Birsel'in 2011 yılında çıkartı. 50.000 adet Turkuvaz Kitap Yayın evinden yayımlandı. 


               Ancak bu kitabın başarısı Gülse Birsel'in 2009 yılında çıkardığı " Velev Ki Ciddiyim ! " isimli eseri kadar çok basmadı. Ama inanın iki kitapta birbirinden güzel.. " Velev Ki Ciddiyim ! " 26. baskı başarısına ulaştı. 


               Gülse Birsel şahsen karakterine bayıldığım, kendisine özendiğim bir sanatkardır. Öncelikle akademik eğitimine büyük bir saygı duyuyorum. Gerçekten kendini eğitmiş , mürekkep yutmuş bir kadın. Hayata bakış açısı çok farklı, kendine ait bir imajı var. Gerçekten bir filmini izlediğimde, bir yazısını okuduğumda bu eserlerin kolayca Gülse Birsel'e ait olduğunu anlayabiliyorum. Çünkü kendi çizgisi var kadının. Zaten hayatta kendi imajı olan, çizgisi olan insanlar iz bırakabilir.

                " Yazlık " kitabına gelince içeriği çok güncel. Kendi hayatından , gözlemlerinden yola çıkarak mizah yapıyor. Ve bunu hakkını vere vere başarıyor. Ben kitabını bir günde bitirdim. Elimden bırakamadım. Okurken gülücüklerime sahip çıkamadım. O kadar eğlendim ki. 

                 Bir kere kadın hayattaki en ince en komik yerleri yakalıyor. Bunun için çok sağlam bir gözlem yeteneğine sahip olması gerekir ki Gülse Birsel'de çok sağlam bir gözlem yeteneği var. 
  


Size küçük bir  bölümü yazmak istiyorum;

     DAVETSİZ MESAJCILARA VEDA MEKTUBU !

            
               Allah dualarımı kabul etti!

               Siyasi içerikli veya doğrudan pazarlama vesairenin yapıldığı e-posta ve SMS mesajları artık kullanıcının önceden iznine tabi olacak. İzinsiz yollayana sağlam para cezası kesilecek !

              O ne hayırlı kanun tasarısıdır ki, artık en yakın arkadaşımın ameliyat sonrası sağlığı ile ilgili mesaj beklerken biip biip'in ardından penis büyükme aleti konulu SMS geldiğinde gönderenin çatır çatır 100 bin TL para cezası ödeyeceğini bileceğim!

             O ne aklıyla bin yaşayası milletvekilidir ki , artık bir Cumartesi gecesi evde senaryolarla cebelleşirken " Cıstık Bar'da bu gece canlı müzik ve sabaha kadar fidayda," mesajına " Benim gece hayatım yok olum ya, bir daha da bana bu mesajları yollamayın, çalışıyorum, kafamdan dumanlar çıkarken elalem eğleniyormuş bana ne, asabım bozuk, yakarım," cevap verecek ve karşı tarafın kanunen mesajları sonsuza kadar kesmek zorunda olduğunu bilerek kendi kendime sırıtabileceğim !



              Bu bölümü rast gele seçtim size yazmak için. Kitap bu örnek gibi birçok eğlenceli konu ile devam ediyor. Ayrıca kitabı okurken yanınıza bir sözlük alın çünkü Gülse Birsel'in derya deniz bir kelime hazinesi var. Bu güçlü kelime hazinesi ile tek başımıza mücadele edemeyiz. Size şiddetle Gülse Birsel kitaplarından birini okumayı öneriyorum. Bütün kitaplarını paylaşacağım şahsen ben ....

Anton Çehov Ve Hikayeleri...

Bugünkü yazımda dünyaya mal olmuş, bir hikaye yazarından bahsedeceğim. Edebiyatla ilgilenenler onu mutlaka tanır ve kesinlikle sever. B...


Bugünkü yazımda dünyaya mal olmuş, bir hikaye yazarından bahsedeceğim. Edebiyatla ilgilenenler onu mutlaka tanır ve kesinlikle sever. Ben kendisini dilim döndüğü kadar anlatmaya çalışacağım. Hocamın tavsiyesi ile kendisinin hikayelerini okudum ve çok etkilendim. 

Önce Anton Çehov'u tanıyalım çünkü; onu tanımadan hikayelerini okursak birçok şey yarım kalır. Tagonrod'da doğar, ailesi ile Moskova'ya taşınır ancak; eğitimi nedeni ile o Tagonrad'da kalır. Üniversitede tıp okur. Tıp okuduğu için ilk eserlerin de bu alanda konular yer alır. Hikayeden önce oyunlar yazar. Mezun olduktan sonra doktor olarak çalışmaya başlar. Ancak yazarlık yönü ağır basar ve doktorluk mesleğini bırakır. " Yeni Zaman " adlı dergide hikayeler yazmaya başlar ve ünü tüm ülkeye yayılmaya başlar. Bu dönemde Puşkin ödülünü kazanır. Sağlık sorunları nedeni ile Kırım ve Güney Avrupa'ya gezilerde bulunur. Verem hastalığının başlangıcındadır. Daha sonra doktor tavsiyesi ile Kırım'da yaşamaya başlar. Burada Tolstoy ve Gorki ile yazışmaya başlar. Tiyatro sanatçısı Olga Knipper ile evlenir. Verem hastalığının çok ilerlemesi nedeni ile Almanya'ya hastaneye gider. Almanya'da hayatını kaybeder ve cenazesi Moskova'ya yollanır.

                               Çehov'un babası çok disiplinli biridir . Bu nedenle babasından çok zulüm görür ve eserlerinde çokça yer verir.


                       Çehov çok büyük bir hiciv ustasıdır. Bence bu yönü çok vurgulanmıyor. Daha çok anlatmayıp size bir hikayesini yazacağım. Bu hikayeden ne kadar büyük bir hiciv ustası olduğunu anlayacaksınız.

                                           -   KÖPEKLERLE SOHBET  - 


                   Ay ışığının parlak olduğu soğuk bir gündü. Aleksey Ivanıç Romansov avlunun dış kapısını yavaşça açarak içeriye girdi. Birden Vali Pavel Nikolaiç'i hatırladı. Ne kadar da büyük bir adamdı diyerek gözlerinin önünde hayatı canlandı.

                 - Rrrr! diye bir ses duydu yakınlardan. Romansov uzağa baktığından iki adım ötede kocaman, neredeyse bir kurt köpeği kadar büyük siyah bir köpek gördü. Köpek oturmuş bir vaziyette zincirle oynuyordu. Köpeğin yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Omuzlarını gererek başını salladı ve yüzü gülümseme ifadesini bürüdü.

                 -Rrrr! diye tekrarladı.

                 Filozof Romansov ellerini uzatarak:

                - Anlamadım! Sen, insana böyle havlıyorsun ha...? İlk kez böyle bir ses duydum. Biliyor musun, insan dünyadaki en akıllı varlıklardan biridir. Bak ben bir insanım. Sence ben nasılım? İnsan mıyım? Yoksa değil miyim? Anlat hadi, dedi.

                - Rrrr...!

                   Romansov tekrar elini uzatarak:

                - Ayağını uzat! Hadi çabuk uzat! Uzatmak istemiyor musun? O zaman uzatma. Bizde zaman zaman öyle yaparız.Hadi gel senin suratına bir şaplak indireyim. Dayanamadım işte, kanım kaynadı birden!

                 - Rrrr.....Hav!...Hav!....
             
                 - Hımm...Isırmak istiyorsun ha...?

                 Peki! Demek insan olduğum seni hiç ilgilendirmiyor ha! İnsanın en akıllı hayvan olduğu da seni ilgilendirmiyor öyle mi, demek sen Pavel Nikolaiç'i de ısırırsın ha? Evet! Pavel Nikolaiç'in önünde herkes eğiliyor, sen ise hiç ilgilenmiyorsun, yanlış anlamıyorum seni değil mi?

                 - Rrrr...Hav! Hav !

                - Dur ısırmasana be!  Hey sana dedim, doğuyoruz, yaşıyoruz, yiyip içiyoruz ve sonra ölüp toprak oluyoruz.
 Hiçbir değeri kalmıyor. İşte sen hiç bir şeyden anlamayan sadece bir köpek parçasısın! Keşke insanı biraz olsun anlayabilseydin.

                Romansov başını köpeğe doğru çevirerek tükürdü:

                - Pislik, sen beni kolejin sekreteri, kendini ise doğanın üstün yaratığı sanıyorsun değil mi? Yanılıyorsun ! Ben rüşvetçi riyakar biriyim! Pislik!

               Hızla göğsünü yumruklayarak ağlamaya başladı.

               - Kulağına bir şey fısıldayacağım. Yegor Kornyuşkın'i benden dolayı kovduklarından haberin var mı? Sence kim olabilir? Kurumu iki yüz rubleye alıp Surguçev'in üzerine atan? Ben değil miyim? Pislik ve yalancı !

               Romansov gözyaşlarını silerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

             - Isır ısır, hadi yesene! Yüzüme kimse diyemese de herkes ne kadar pislik olduğumu biliyor; ama yüzüme gülümseyerek övgüler yağdırıyorlar. Keşke bir kişi çıkıp da suratımı adam akıllı bir dağıtsa!

             - Yesene it! Isır! Parçala ahlaksızı !

            Romansov'un birden ayağı sendeledi ve köpeğin üstüne düştü.

            - Parçala pisliği dedim sana! Ne duruyorsun?

             - Üzülme, acısa da affetme sakın! Al ellerimi ısır! Ha...kan akıyor! Hak ettin işte! Affedersin ! Kürkümü de parçala! Rüşvetle aldım. En yakınımı aldattım, ondan aldığım parayla kürk aldım, neyse vakit epey oldu. Gitmeliyim hoşçakal köpeğim!

              - Rrrr...

             - Romansov köpeği okşadıktan sonra bir kez daha ısırması için elini uzattı, kürke sarılıp kapıya doğru yönelerek gözden kayboldu. Ertesi gün uyandığında Romansov ellerinin ve ayaklarının sarılmış bir vaziyette olduğunu görünce çok şaşırdı. Yanı başına ise ağlamaktan gözleri şişmiş eşi ve doktoru duruyordu.
            

Anton Çehov - Hikayelerden Bir Demet - İlya İzmir Yayın... Bu bilgilerle Anton Çehov'un kitabına ulaşabilir diğer hikayeleri okuyabilirsiniz. 

  

Ferzan Özpetek " Şahane Misafirler "

            Dün kendimdeki büyük bir eksikliği tamamladım. Ne yaptın ! diye sorarsanız ? Ferzan Özpetek'in izlemediğim bir filmini ...

         
  Dün kendimdeki büyük bir eksikliği tamamladım. Ne yaptın ! diye sorarsanız ? Ferzan Özpetek'in izlemediğim bir filmini izledim. Ben onun çok ama çok büyük bir hayranıyım. Bütün filmlerine inanılmaz bir tutku ile bağlıyım. Ayrıca diğer herkesten onu ayırırım. 

             Bence Türkiye'yi çok iyi temsil etti. Çok güzel işler yaptı. Onun yönetmenliğinin farkındayım aslında. Beni en çok filmlerindeki görüntülerin, sahnelerin başarısı cezbediyor. Çok büyüleyici sahneler . İnsanı filmin içine alan , nefes almadan izlememizi sağlayan sahneler. Derin senaryolar , oyuncuların muhteşemliği bir yana o tablodan fırlamış görüntüler harika !


" Genç Werther'in Acıları "

                  Her zaman ki saatimde koşa koşa otobüs durağına yürüyordum. Durakta beklerken bir kızı taksiden indi. Gözleri ağlamaktan...


                 Her zaman ki saatimde koşa koşa otobüs durağına yürüyordum. Durakta beklerken bir kızı taksiden indi. Gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi olmuş. Hırpalanmış ama başkası değil kendi kendini hırpalamış. Bunu kızı görseniz sizde anlardınız.  Tekrar ağlamaya başladı. Çok sertti yanına gidip derdini soramadım. Bir telefon geldi ağlaya ağlaya açtı. Sanki arayan çok yakınıydı, çok sevdiği biriydi onun sesini duyunca çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Bağıra bağıra " Ayrıldık, artık beni istemiyormuş. Ne yapacağım ? Nefes alamıyorum... Nasıl anlatsam anlatamıyorum..." bunları söyledi. 

 Şaşırıp kaldım. Üzüldüm... Ama en çok kendini ifade edememesine üzüldüm. Bence bu dünyada en kötü şey, kendini ifade edememektir. Zaten bütün derdimiz bu değil mi? Hepimiz kendimizi ifade etmek için uğraşıyoruz. Kendini ifade edemeyenler intihar ediyor, bunalıma giriyor...

Hele çok aşık olan insanlar ki, çağımızın sorunu... Onlara daha çok üzülüyorum . Ama aşıkların bir dili vardır. Birbirlerini anlarlar. Ama bunu en iyi anlatan bir kitap var. Size şiddetle önereceğim. Goethe'den " Genç Werther'in Acıları " isimli kitap. Okudum sonra uzun uzun düşündüm. Acaba Goethe kime bu kadar aşık oldu? Bu dev bir aşk olmalı ki bu satırları yazdırsın. Çok merak ettim Goethe'nin aşık olduğu kişiyi. 

      Kitap mektup-roman türündedir. Ama inanılmaz mektuplar. Bir platonik aşk böyle ifade edilir ancak. Benzetmeler , örnekler çok iyi... Sanki Werther ile birlikte o aşk acısını çekiyormuşuz gibi...

Eğer aşıksanız bu kitabı okuyun . Okursanız artık kendinizi, aşık olduğunuz kişiye ve çevrenize daha iyi ifade edeceksiniz. Bugün gördüğüm kız bu kitabı olsaydı kendini arayan arkadaşına çektiği acının şiddetini ifade edebilirdi. 

    Fırtına ve Coşku döneminin kilit romanı olarak görülmektedir. Roman, eski zamanlar için çok yüksek baskı sayısı görmüş ve sözde okuma bağımlılığının öncüsü olmuştur. Bu kitabı kesin okuyun arkadaşlar. Şimdi sizi kitaptan bazı cümleler ile baş başa bırakacağım. 

"Onu göreceğim" diye bağırdım sabahları uyandığımda ve tüm parlaklığıyla güzel güneşe baktığımda; onu göreceğim! Ve bütün gün için başka bir dileğim yok.

     Sabahları ağır rüyalardan kurtulmaya çalışırken kollarımı ona boşuna uzatıyorum. Çimler üzerinde yanına oturduğumu ve elini tutup binlerce kez öptüğümü gördüğüm mutlu ve masum düşler beni kandırdığında yatağımda çaresizlik içinde onu arıyorum. 

Bende birinin elini çevirmesi gibi her şey hızla farklılaşıyor. Bazen hayatın sevinçli bir bakışı yeniden aydınlanmaya başlıyor.

       Ah, bu boşluk ! Göğsümün içinde hissettiğim bu korkunç boşluk ! " Onu bir kez, yalnızca bir kez kalbime bastırabilsem bütün bu boşluk dolardı", diye düşünüyorum çoğu zaman.

Sahip olduğum öyle çok , ama onun için duyduklarımın hepsini yiyip bitiriyor, sahip olduğum öyle çok, ama o olmadan , hepsi benim için bir hiç.

        Belki yüz kez onun boynuna sarılmamak için kendimi tuttum ! Birinin öyle çok cazibeyle etrafımda dolaştığını görmenin ve dokunmamanın ne kadar zor olduğunu ulu Tanrı biliyor ve aslında dokunmak insanın en doğal eylemi. Çocuklar akılarına gelen her şeye dokunmazlar mı ! - Ya ben ?