Amcamızın adı Batuhan Bozkurt; zor bir hayat yaşamış. çok uzun uzadıya hayatını yazmak istemiyorum ama sanatın nelere deva olduğunu n...

Herkes Sanatla İyileşir

00:38 Unknown 4 Comments






Amcamızın adı Batuhan Bozkurt; zor bir hayat yaşamış. çok uzun uzadıya hayatını yazmak istemiyorum ama sanatın nelere deva olduğunu neden sanata önem vermemiz gerektiğinin bir kanıtı gibi kendisi....


Oğlu şehit olmuş, parkinson hastası bir amca... Cennet şehir İzmir'in Urla ilçesinde yaşıyor.
Taşlarlar resim yapıyor,Ud çalıyor.

Ellerinde hareket bozukluğu var, ancak müzikle kendini tedavi ediyor.

"Çakıl taşı mozaik tekniği" yaptığı sanatın adı. Yaptığı işlerde harikulade...





Yaşadığı yerde sanat filizlerinin yeşermesine de katkıda bulunuyor. "Emek Kültür ve Sanat Evi"ni kurdu.
Onunla röportaja giden Anadolu Haber ajansı muhabirine parkinson hastalığının önlenemez etkilerini minimalize ettiğini söylemiş.


CNN Türk'ten Cansu Karadan AA'dan gelen görüntüleri haber yaptı. Ancak bu güzel hayat hikayesine ulaşamayanlar için haberi sitemde paylaşıyorum...





4 yorum:

Bu yıl Filmekimi belki de bugüne kadar en iyi film listesiyle karşımıza çıktı. Emir Kusturica, Pedro Almodovar, Jim Jarmusch,   Ter...

Kırmızı ve Mavinin Dansı

03:01 Unknown 0 Comments




Bu yıl Filmekimi belki de bugüne kadar en iyi film listesiyle karşımıza çıktı. Emir Kusturica, Pedro Almodovar, Jim Jarmusch,   Terrence Malick, Asghar Farhadi  gibi bir çok yönetmen yer aldı. Filmlerin çoğunu izleme fırsatı buldum. Gerçekten festival çok güçlüydü.





Favori filmim ve her filmine hayran kaldığım Pedro Almadovar’ın “ Julieta “ filminin paylaşmak istiyorum. Festivaldeki en sağlam filmdi. Biletleri ilk saatlerde bitti aynı hızda ek salonların biletleri de satıldı.




Julieta, iki saat gibi kısa bir süre içerisinde hayatı anlatan bir film. İçerisinde her duygu barındıran güçlü bir film.

Julieta,  89. Akademi Film Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film ödülü için aday oldu. Festivaldeki yoğun ilginin ardından sinema salonlarında yerini aldı.



Julieta, Lezarno ile yeni bir hayat kurmak ister, tam hazırlık aşamasındadır. Madrid’den taşınır. Başka bir yerde yepyeni bir hayat kurmaya çalışır. Ancak geçmişten biri ile karşılaşır, her şey değişir, film başlar artık. Julieta'Madrid de kalır.





Julieta’nın gençliğine yolculuk başlar ve onun geçmişine tanıklık ederiz. Kurgu ve mükemmel çekim planıyla geçmişi izledikçe, gelecekte gösterilen detaylar ile arasındaki bağları kurarız.
Geleceğin sırrını geçmişle çözeriz.

 Julieta, sahil kasabasında yaşayan bir adamla trende karşılaşır, Ki bu tren sahnesinde yönetmenliğini göstermiştir Pedro… Tablo gibi çekimler, renkler, müzik ve duygular her şey.... Bu sahneler perdeden akarken içimize işler. 




Yine Julieta bu tren yolculuğu esnasında tanıştığı adamla yaşamaya karar verir. Peşine kasabaya gider. Evlenirler çocukları olur. Her şey son derece güzeldir. Kırmızı ile mavi ahenk içinde dans etmektedir. Filmdeki minik detayları yazmıyorum izlemeyen insanlar için sürprizler saklı kalsın. 







Yakışıklı balıkçı Xoan, Julieta ile çapkınlıktan  ötürü tartışır. Fırtınalı bir günde balık avlamak için teknesiyle açılır. Hayatını kaybeder. 

Sonra Julieta ve kızı bu tramvayı atlatmak için Madrid’e gider. Orada kızı çok  iyi bir arkadaş bulur her şey düzelmeye başlamıştır. Ancak bir gün Julieta’nın kızı da yok olur gider. Onu izinde, bir kadının güçlü kalmasını ve mücadelelerini izleriz.

Yukarıda yazdığım filmi başlatan kişi Julieta’nın kızının en yakın arkadaşı…

Filmin konusunu kısaca anlattım. Sonunu yazmak istemiyorum.



Pedro Almadovar’ın kadın karakterler üzerine böylesine derin ve böylesine ayrıntılı filmler çekmesine şaşırıyorum. Buna bayılıyorum… Almadovar kadınları, her zaman güçlü, yarına hazırlanıyor ama hayat onlara çok büyük oyunlar oynuyor. Ancak Almadovar kadınları bunlar, yarını yakalamaya, küllerinden doğmaya başlıyorlar.

Filmde kadınlık, anne olma, aşk, tutku, ihanet, özlem, arayış en ağır basan unsurlar. Ve Pedro Almadovar gibi bir usta tarafından titizlikle tasarlanarak aktarılıyor.

Almadovar filmlerini izlerken, bir porsiyon frambuazlı pasta yiyeceğimi bilirim. O kadar tatlı bir görsel şölen ki. İmzasıdır Pedro’nun kırmızı ve mavi rengi. Her filminde vardır bu… Ancak Julieta’da kırmızı ve mavi adeta dans ediyor. 


Çekimler, sahne tasarımı, ve yazacak bir şey bulamadığım oyunculuklarıyla Pedro Almadovar beni seyirci  olarak yine mutlu etti. 







0 yorum:

Bu resimdeki pembe kıyafetli hanımlar bir çete aslında. Yaptıkları ve sayıları sizi şaşırtacak, eminim. 100 bin kişilik bir mevcutlar...

Gulabi Gang Çetesi ! Pembe Sopalılar Çetesi

15:54 Unknown 2 Comments



Bu resimdeki pembe kıyafetli hanımlar bir çete aslında. Yaptıkları ve sayıları sizi şaşırtacak, eminim. 100 bin kişilik bir mevcutları var 2016'ı itibariyle... Hindistan'da yaşıyorlar.

 Peki bu çetenin faaliyetleri ne derseniz?

 Bu çetenin haksızlığa tahammülü yok. Ne kadar ezilmiş kadın varsa, kocasından dayak yiyen kadın varsa, çete ellerine sopayı alıyor ve adaletsizliği çözmeye çalışıyorlar.





Helal olsun....

 Sopaları dert görmesin. Bu çeteden her ülkede bulunsun. Çünkü fiziksel olarak farklı olan kadınlara, korkaklıklarından ötürü şiddet uygulayan çok fazla kişi var. Kişi asla erkek değil!

 Ayrıca bu kadınlar sadece şiddet uygulayan kocaları değil, mesela mahkemede şiddet gören kadının kocasını serbest bırakılsın ya da emniyet şikayette bulunan kadını geri çevirsin hemen müdahale ediyorlar. Mahkemeyi de basıyorlar, karakolu da....
,




Ülkemize acilen bu çeteden getirilmeli, gerekirse Hindistan'dan ithal edilmeli. Şort giydi diye tekme yiyen Ayşegül Terzi'ye destek olmalılar. Hatta o iğrenç insan özeti adama üç kere beraat kararı veren mahkeme çalışanlarını da elden geçirmeliler. Sistemi düzeltip adaleti sağlayacaklarına inanıyorum.

Bu çeteyi biraz daha yakından tanıyalım. İşte üyelerden birinin hayatı...






2 yorum:

           Bugün sizlere okuduğum en güzel kitabı önereceğim. Hepimizin sevdiği , ilgi ile takip ettiği Gülse Birsel'in " Yazlı...

Gülse Birsel YAZLIK...

04:16 Unknown 0 Comments

 

        Bugün sizlere okuduğum en güzel kitabı önereceğim. Hepimizin sevdiği , ilgi ile takip ettiği Gülse Birsel'in " Yazlık " isimli kitabını anlatmaya çalışacağım. Bu kitap Gülse Birsel'in 2011 yılında çıkartı. 50.000 adet Turkuvaz Kitap Yayın evinden yayımlandı. 


               Ancak bu kitabın başarısı Gülse Birsel'in 2009 yılında çıkardığı " Velev Ki Ciddiyim ! " isimli eseri kadar çok basmadı. Ama inanın iki kitapta birbirinden güzel.. " Velev Ki Ciddiyim ! " 26. baskı başarısına ulaştı. 


               Gülse Birsel şahsen karakterine bayıldığım, kendisine özendiğim bir sanatkardır. Öncelikle akademik eğitimine büyük bir saygı duyuyorum. Gerçekten kendini eğitmiş , mürekkep yutmuş bir kadın. Hayata bakış açısı çok farklı, kendine ait bir imajı var. Gerçekten bir filmini izlediğimde, bir yazısını okuduğumda bu eserlerin kolayca Gülse Birsel'e ait olduğunu anlayabiliyorum. Çünkü kendi çizgisi var kadının. Zaten hayatta kendi imajı olan, çizgisi olan insanlar iz bırakabilir.

                " Yazlık " kitabına gelince içeriği çok güncel. Kendi hayatından , gözlemlerinden yola çıkarak mizah yapıyor. Ve bunu hakkını vere vere başarıyor. Ben kitabını bir günde bitirdim. Elimden bırakamadım. Okurken gülücüklerime sahip çıkamadım. O kadar eğlendim ki. 

                 Bir kere kadın hayattaki en ince en komik yerleri yakalıyor. Bunun için çok sağlam bir gözlem yeteneğine sahip olması gerekir ki Gülse Birsel'de çok sağlam bir gözlem yeteneği var. 
  


Size küçük bir  bölümü yazmak istiyorum;

     DAVETSİZ MESAJCILARA VEDA MEKTUBU !

            
               Allah dualarımı kabul etti!

               Siyasi içerikli veya doğrudan pazarlama vesairenin yapıldığı e-posta ve SMS mesajları artık kullanıcının önceden iznine tabi olacak. İzinsiz yollayana sağlam para cezası kesilecek !

              O ne hayırlı kanun tasarısıdır ki, artık en yakın arkadaşımın ameliyat sonrası sağlığı ile ilgili mesaj beklerken biip biip'in ardından penis büyükme aleti konulu SMS geldiğinde gönderenin çatır çatır 100 bin TL para cezası ödeyeceğini bileceğim!

             O ne aklıyla bin yaşayası milletvekilidir ki , artık bir Cumartesi gecesi evde senaryolarla cebelleşirken " Cıstık Bar'da bu gece canlı müzik ve sabaha kadar fidayda," mesajına " Benim gece hayatım yok olum ya, bir daha da bana bu mesajları yollamayın, çalışıyorum, kafamdan dumanlar çıkarken elalem eğleniyormuş bana ne, asabım bozuk, yakarım," cevap verecek ve karşı tarafın kanunen mesajları sonsuza kadar kesmek zorunda olduğunu bilerek kendi kendime sırıtabileceğim !



              Bu bölümü rast gele seçtim size yazmak için. Kitap bu örnek gibi birçok eğlenceli konu ile devam ediyor. Ayrıca kitabı okurken yanınıza bir sözlük alın çünkü Gülse Birsel'in derya deniz bir kelime hazinesi var. Bu güçlü kelime hazinesi ile tek başımıza mücadele edemeyiz. Size şiddetle Gülse Birsel kitaplarından birini okumayı öneriyorum. Bütün kitaplarını paylaşacağım şahsen ben ....

0 yorum:

Bugünkü yazımda dünyaya mal olmuş, bir hikaye yazarından bahsedeceğim. Edebiyatla ilgilenenler onu mutlaka tanır ve kesinlikle sever. B...

Anton Çehov Ve Hikayeleri...

04:15 Unknown 0 Comments


Bugünkü yazımda dünyaya mal olmuş, bir hikaye yazarından bahsedeceğim. Edebiyatla ilgilenenler onu mutlaka tanır ve kesinlikle sever. Ben kendisini dilim döndüğü kadar anlatmaya çalışacağım. Hocamın tavsiyesi ile kendisinin hikayelerini okudum ve çok etkilendim. 

Önce Anton Çehov'u tanıyalım çünkü; onu tanımadan hikayelerini okursak birçok şey yarım kalır. Tagonrod'da doğar, ailesi ile Moskova'ya taşınır ancak; eğitimi nedeni ile o Tagonrad'da kalır. Üniversitede tıp okur. Tıp okuduğu için ilk eserlerin de bu alanda konular yer alır. Hikayeden önce oyunlar yazar. Mezun olduktan sonra doktor olarak çalışmaya başlar. Ancak yazarlık yönü ağır basar ve doktorluk mesleğini bırakır. " Yeni Zaman " adlı dergide hikayeler yazmaya başlar ve ünü tüm ülkeye yayılmaya başlar. Bu dönemde Puşkin ödülünü kazanır. Sağlık sorunları nedeni ile Kırım ve Güney Avrupa'ya gezilerde bulunur. Verem hastalığının başlangıcındadır. Daha sonra doktor tavsiyesi ile Kırım'da yaşamaya başlar. Burada Tolstoy ve Gorki ile yazışmaya başlar. Tiyatro sanatçısı Olga Knipper ile evlenir. Verem hastalığının çok ilerlemesi nedeni ile Almanya'ya hastaneye gider. Almanya'da hayatını kaybeder ve cenazesi Moskova'ya yollanır.

                               Çehov'un babası çok disiplinli biridir . Bu nedenle babasından çok zulüm görür ve eserlerinde çokça yer verir.


                       Çehov çok büyük bir hiciv ustasıdır. Bence bu yönü çok vurgulanmıyor. Daha çok anlatmayıp size bir hikayesini yazacağım. Bu hikayeden ne kadar büyük bir hiciv ustası olduğunu anlayacaksınız.

                                           -   KÖPEKLERLE SOHBET  - 


                   Ay ışığının parlak olduğu soğuk bir gündü. Aleksey Ivanıç Romansov avlunun dış kapısını yavaşça açarak içeriye girdi. Birden Vali Pavel Nikolaiç'i hatırladı. Ne kadar da büyük bir adamdı diyerek gözlerinin önünde hayatı canlandı.

                 - Rrrr! diye bir ses duydu yakınlardan. Romansov uzağa baktığından iki adım ötede kocaman, neredeyse bir kurt köpeği kadar büyük siyah bir köpek gördü. Köpek oturmuş bir vaziyette zincirle oynuyordu. Köpeğin yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Omuzlarını gererek başını salladı ve yüzü gülümseme ifadesini bürüdü.

                 -Rrrr! diye tekrarladı.

                 Filozof Romansov ellerini uzatarak:

                - Anlamadım! Sen, insana böyle havlıyorsun ha...? İlk kez böyle bir ses duydum. Biliyor musun, insan dünyadaki en akıllı varlıklardan biridir. Bak ben bir insanım. Sence ben nasılım? İnsan mıyım? Yoksa değil miyim? Anlat hadi, dedi.

                - Rrrr...!

                   Romansov tekrar elini uzatarak:

                - Ayağını uzat! Hadi çabuk uzat! Uzatmak istemiyor musun? O zaman uzatma. Bizde zaman zaman öyle yaparız.Hadi gel senin suratına bir şaplak indireyim. Dayanamadım işte, kanım kaynadı birden!

                 - Rrrr.....Hav!...Hav!....
             
                 - Hımm...Isırmak istiyorsun ha...?

                 Peki! Demek insan olduğum seni hiç ilgilendirmiyor ha! İnsanın en akıllı hayvan olduğu da seni ilgilendirmiyor öyle mi, demek sen Pavel Nikolaiç'i de ısırırsın ha? Evet! Pavel Nikolaiç'in önünde herkes eğiliyor, sen ise hiç ilgilenmiyorsun, yanlış anlamıyorum seni değil mi?

                 - Rrrr...Hav! Hav !

                - Dur ısırmasana be!  Hey sana dedim, doğuyoruz, yaşıyoruz, yiyip içiyoruz ve sonra ölüp toprak oluyoruz.
 Hiçbir değeri kalmıyor. İşte sen hiç bir şeyden anlamayan sadece bir köpek parçasısın! Keşke insanı biraz olsun anlayabilseydin.

                Romansov başını köpeğe doğru çevirerek tükürdü:

                - Pislik, sen beni kolejin sekreteri, kendini ise doğanın üstün yaratığı sanıyorsun değil mi? Yanılıyorsun ! Ben rüşvetçi riyakar biriyim! Pislik!

               Hızla göğsünü yumruklayarak ağlamaya başladı.

               - Kulağına bir şey fısıldayacağım. Yegor Kornyuşkın'i benden dolayı kovduklarından haberin var mı? Sence kim olabilir? Kurumu iki yüz rubleye alıp Surguçev'in üzerine atan? Ben değil miyim? Pislik ve yalancı !

               Romansov gözyaşlarını silerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

             - Isır ısır, hadi yesene! Yüzüme kimse diyemese de herkes ne kadar pislik olduğumu biliyor; ama yüzüme gülümseyerek övgüler yağdırıyorlar. Keşke bir kişi çıkıp da suratımı adam akıllı bir dağıtsa!

             - Yesene it! Isır! Parçala ahlaksızı !

            Romansov'un birden ayağı sendeledi ve köpeğin üstüne düştü.

            - Parçala pisliği dedim sana! Ne duruyorsun?

             - Üzülme, acısa da affetme sakın! Al ellerimi ısır! Ha...kan akıyor! Hak ettin işte! Affedersin ! Kürkümü de parçala! Rüşvetle aldım. En yakınımı aldattım, ondan aldığım parayla kürk aldım, neyse vakit epey oldu. Gitmeliyim hoşçakal köpeğim!

              - Rrrr...

             - Romansov köpeği okşadıktan sonra bir kez daha ısırması için elini uzattı, kürke sarılıp kapıya doğru yönelerek gözden kayboldu. Ertesi gün uyandığında Romansov ellerinin ve ayaklarının sarılmış bir vaziyette olduğunu görünce çok şaşırdı. Yanı başına ise ağlamaktan gözleri şişmiş eşi ve doktoru duruyordu.
            

Anton Çehov - Hikayelerden Bir Demet - İlya İzmir Yayın... Bu bilgilerle Anton Çehov'un kitabına ulaşabilir diğer hikayeleri okuyabilirsiniz. 

  

0 yorum:

            Dün kendimdeki büyük bir eksikliği tamamladım. Ne yaptın ! diye sorarsanız ? Ferzan Özpetek'in izlemediğim bir filmini ...

Ferzan Özpetek " Şahane Misafirler "

04:15 Unknown 0 Comments

         
  Dün kendimdeki büyük bir eksikliği tamamladım. Ne yaptın ! diye sorarsanız ? Ferzan Özpetek'in izlemediğim bir filmini izledim. Ben onun çok ama çok büyük bir hayranıyım. Bütün filmlerine inanılmaz bir tutku ile bağlıyım. Ayrıca diğer herkesten onu ayırırım. 

             Bence Türkiye'yi çok iyi temsil etti. Çok güzel işler yaptı. Onun yönetmenliğinin farkındayım aslında. Beni en çok filmlerindeki görüntülerin, sahnelerin başarısı cezbediyor. Çok büyüleyici sahneler . İnsanı filmin içine alan , nefes almadan izlememizi sağlayan sahneler. Derin senaryolar , oyuncuların muhteşemliği bir yana o tablodan fırlamış görüntüler harika !

0 yorum:

                  Her zaman ki saatimde koşa koşa otobüs durağına yürüyordum. Durakta beklerken bir kızı taksiden indi. Gözleri ağlamaktan...

" Genç Werther'in Acıları "

04:14 Unknown 0 Comments


                 Her zaman ki saatimde koşa koşa otobüs durağına yürüyordum. Durakta beklerken bir kızı taksiden indi. Gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi olmuş. Hırpalanmış ama başkası değil kendi kendini hırpalamış. Bunu kızı görseniz sizde anlardınız.  Tekrar ağlamaya başladı. Çok sertti yanına gidip derdini soramadım. Bir telefon geldi ağlaya ağlaya açtı. Sanki arayan çok yakınıydı, çok sevdiği biriydi onun sesini duyunca çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Bağıra bağıra " Ayrıldık, artık beni istemiyormuş. Ne yapacağım ? Nefes alamıyorum... Nasıl anlatsam anlatamıyorum..." bunları söyledi. 

 Şaşırıp kaldım. Üzüldüm... Ama en çok kendini ifade edememesine üzüldüm. Bence bu dünyada en kötü şey, kendini ifade edememektir. Zaten bütün derdimiz bu değil mi? Hepimiz kendimizi ifade etmek için uğraşıyoruz. Kendini ifade edemeyenler intihar ediyor, bunalıma giriyor...

Hele çok aşık olan insanlar ki, çağımızın sorunu... Onlara daha çok üzülüyorum . Ama aşıkların bir dili vardır. Birbirlerini anlarlar. Ama bunu en iyi anlatan bir kitap var. Size şiddetle önereceğim. Goethe'den " Genç Werther'in Acıları " isimli kitap. Okudum sonra uzun uzun düşündüm. Acaba Goethe kime bu kadar aşık oldu? Bu dev bir aşk olmalı ki bu satırları yazdırsın. Çok merak ettim Goethe'nin aşık olduğu kişiyi. 

      Kitap mektup-roman türündedir. Ama inanılmaz mektuplar. Bir platonik aşk böyle ifade edilir ancak. Benzetmeler , örnekler çok iyi... Sanki Werther ile birlikte o aşk acısını çekiyormuşuz gibi...

Eğer aşıksanız bu kitabı okuyun . Okursanız artık kendinizi, aşık olduğunuz kişiye ve çevrenize daha iyi ifade edeceksiniz. Bugün gördüğüm kız bu kitabı olsaydı kendini arayan arkadaşına çektiği acının şiddetini ifade edebilirdi. 

    Fırtına ve Coşku döneminin kilit romanı olarak görülmektedir. Roman, eski zamanlar için çok yüksek baskı sayısı görmüş ve sözde okuma bağımlılığının öncüsü olmuştur. Bu kitabı kesin okuyun arkadaşlar. Şimdi sizi kitaptan bazı cümleler ile baş başa bırakacağım. 

"Onu göreceğim" diye bağırdım sabahları uyandığımda ve tüm parlaklığıyla güzel güneşe baktığımda; onu göreceğim! Ve bütün gün için başka bir dileğim yok.

     Sabahları ağır rüyalardan kurtulmaya çalışırken kollarımı ona boşuna uzatıyorum. Çimler üzerinde yanına oturduğumu ve elini tutup binlerce kez öptüğümü gördüğüm mutlu ve masum düşler beni kandırdığında yatağımda çaresizlik içinde onu arıyorum. 

Bende birinin elini çevirmesi gibi her şey hızla farklılaşıyor. Bazen hayatın sevinçli bir bakışı yeniden aydınlanmaya başlıyor.

       Ah, bu boşluk ! Göğsümün içinde hissettiğim bu korkunç boşluk ! " Onu bir kez, yalnızca bir kez kalbime bastırabilsem bütün bu boşluk dolardı", diye düşünüyorum çoğu zaman.

Sahip olduğum öyle çok , ama onun için duyduklarımın hepsini yiyip bitiriyor, sahip olduğum öyle çok, ama o olmadan , hepsi benim için bir hiç.

        Belki yüz kez onun boynuna sarılmamak için kendimi tuttum ! Birinin öyle çok cazibeyle etrafımda dolaştığını görmenin ve dokunmamanın ne kadar zor olduğunu ulu Tanrı biliyor ve aslında dokunmak insanın en doğal eylemi. Çocuklar akılarına gelen her şeye dokunmazlar mı ! - Ya ben ?



0 yorum:

  Bugünkü yazımda size inanılmaz bir Hint filmi önereceğim. Kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir film. Her zaman Hollywood  filmleri...

Bollywood Sineması: Life Of Pi

04:14 Unknown 0 Comments


  Bugünkü yazımda size inanılmaz bir Hint filmi önereceğim. Kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir film. Her zaman Hollywood  filmleri için övgüler yağdırırız. Ancak her büyük gücün karşısında alternatif bir güç bulunur. Her görüşün , gücün, duygunun, kısaca her şeyin bir zıttı vardır. Hollywood'a karşı Bollywood sinemasının eseri olan " Life Of Pi " yani Pi'nin Yaşamı izlemeye değer özel bir filmdir. Macera ve drama türünde bir film. Ancak her iki türde filmde eşit şekilde yayılmış. Hint filmlerinin ayrı bir tadı var gerçekten. Ayrıca Türkiye'de Hint filmlerine hayran bir çok arkadaşım var. Önce filmin inanılmaz sahneleri var onlardan birkaç kare paylaşmak isterim. 


                  Kesinlikle sonsuzluk hissi verilmek için okyanusun üzeri seçilmiş. Ve başarılıda olunmuş. 



       İşte film bu iki karakter üzerinden dönüyor. Pi adında 16 yaşındaki bu çocuk ile Bengal kaplanının okyanus üzerindeki yaşam savaşını beyaz perdeye yansıtıyor. Çok gerçekçi ayrıca anlatım. 



          Gece çekilen sahneler insanın yüreğine ilham veriyor. Filmde birçok ada ve canlı türü ilede yakından tanışıyoruz. 


Şuan yaşadığımız güne aktarmaya çalışınca film insani değerlerede bir çok mesaj yollamaktadır. On bir dalda Akademi Ödülüne aday olmuş ve başarısı dünyada yankı bulmuştur.Ben izlerken düşündüm, neden bizde böyle filmler çekmiyoruz. Ya da imkanlarımız çerçevesinde dünyada ses getirmiyoruz. Geleceğe umut ile bakıyorum ama böyle sıcak ve sevilen filmler bekliyorum ülkemden. Şimdi size bu muhteşem filmin fragmanı ile bırakıyorum. Bir çok kişinin izlediğini biliyorum ama izlemeyenler için şiddet ile tavsiye ediyorum. 

0 yorum:

                    Selam , uzun zaman sonra film önerisinde bulunacağım. Gerilim ve korku filmlerini çok severiz. Hatta en çok onlar izl...

Son Durak (3-5)

04:13 Unknown 0 Comments

                   
Selam , uzun zaman sonra film önerisinde bulunacağım. Gerilim ve korku filmlerini çok severiz. Hatta en çok onlar izlenir dünyada. Ama biz Türkler de farklı bir durum var. Özellikle kendi korku filmlerimizi izleyemeyiz. Çünkü, kültürümüzde en çok korktuğumuz unsurlar Türk korku filmlerinde yer edinir. Ama gerçekten korkarız hatta sinemaya gidip izlememekte ısrarlı birçok insan biliyorum.


    Ama dünyadaki korku ve gerilim filmlerini çok severek izliyoruz. Hele bazı seriler baş köşemizde duruyor. Mesela " Testere " serisini çok sevdik ülkece. Ama bugün testere değil de " Son Durak " serisini size önereceğim. Bence bu filmi yapanlar bu işi biliyorlar. Filmlerin hatta tüm serinin başından sonuna kadar sıkılmak yok. Her zaman bir aksiyon meydana geliyor. Aynı konu ancak farklı anlatım . Bence bu başarının da sırrı demek ki sevdiğim her filmde aynı konular farklı anlatılınca seviyorum. Ama size " Son Durak 3 " ve " Son Durak 5 "'i özellikle öneriyorum . Bu ikisi özellikle daha başarılı. Her film de bir grup var ve bu grup üyelerinden biri nasıl öleceklerini önceden görüyor ve izleyin bakın sonra olaylar nasıl seyir ediyor. Filmi izlerken ölüm sahnelerine inanamayacaksınız. O kadar zekice gelişiyor ki... Ve karşılarında kanlı canlı bir düşman yok. Ölümle baş etmeleri gerekiyor. Eğer gerilim ve korku seviyorsanız şiddet ile tavsiye ederim. İyi seyirler...:)
SON DURAK 3


SON DURAK 5

0 yorum:

Saygı boş bir kelime değildir. Onun derin bir anlamı vardır. Ama bizim ülkemizde saygı çok yanlış anlamlandırılmaktadır. Bizde saygı sade...

Türkiye'de Genç Olmak !

04:13 Unknown 0 Comments

Saygı boş bir kelime değildir. Onun derin bir anlamı vardır. Ama bizim ülkemizde saygı çok yanlış anlamlandırılmaktadır. Bizde saygı sadece belli bir yaşa yada belli statüye gelmiş insanlara bahşedilir. Maalesef ki bu bizim ayıbımızdır. Saygı; çocukların, genlerin, işsizlerin, statü sahibi olmayanların hasret kaldığı bir davranıştır. Özelikle saygı Türkiye'de gençlere çok az verilir. 

Bugünkü yazımda gençlere Türkiye'de nasıl bakılıyor onu aktarmaya çalışacağım. Türkiye'de yaşayan bir genç olarak bu konuyu çok iyi bir şekilde aktaracağıma inanıyorum.

Türkiye'de genlik yaş aralığı bana göre 15 ile 20 yaş aralığı olmalıdır. Çünkü hayallerin sık kurulduğu, kimliğin tam anlamıyla oluşmaya başladığı, ideallerin ne olduğu, hayatımıza yön veren kararların önemli bir kısmının alındığı yaş aralığıdır. Belki 24 yaşını indirebiliriz , bu benim görüşümdür bilimsel bir deneye tabi tutulmamıştır.Bu yaşlarda büyükler bize her zaman "Gençliğin değerini bil, bir daha gelmez. Bu en güzel çağınızı , en deli çağınız gez, toz , eğlen.." gibi kalıplaşmış öğütler verirler.Ancak bu öğütler koca bir yalandır. Çünkü gençler o yaşlarda ne ekerlerse gelecekte onu biçeceklerdir. Hayatları ile ilgili en önemli kararları bu yaş aralığında verirler. Lise seçme, lisede bölüm seçme, üniversite seçme, en önemlisi olan ve geri dönüşü zor olan üniversitede bölüm seçme gibi çok zor ve önemli kararlar almamız gerekir. 

Bu dönemleri başarı ile atlatmamız lazım . Yani büyüklerin dedikleri gezip, tozmak bir hayal. Hele üniversiteye hazırlananlar için. Tabi ki gezip eğleneceğiz ama bu şansa kaçımız ne oranda sahibiz. 

Gençler için hayat tam bir maraton. Kendimizi at gibi hissetmemiz çok normal. Bazılarımız bu maratonu geçmek için insan üstü bir güç sergiliyor. Kimimiz çok hırs yapıp zarara uğruyor, kimimiz yolun başında yeniliyor ve yarışı bırakıyor, kimimiz ise ki en kötüsü olayı çok büyütüp hayatlarına son veriyor. Bu bence bu hayatta yapılacak en ama en aptalca iş. Değer mi sizce? Hayatta herkes başarılı olmak zorunda değil, Üniversite okumak zorunda da değil. Ki zaten ülkemizde alaylılar her zaman öndedir. Üniversite sınavı yüzünden kaç tane ölüm haberi aldık? Sadece basına yansıyanları sayalım... Ya basına yansımayanlar?!!! "Bu nasıl bir iştir?" Diye düşünmemek elde değil. Gençlerin nasıl bir melankoliye sürüldüğü, nasıl bir baskı altında kaldığı neden araştırılmıyor? Ya da araştırmalar neden artırılmıyor. Ben bir araştırma biliyorum. Üniversite sınavına giren bir genç , kalp ameliyatına giren bir adamdan daha heyecanlıymış. Daha kaç tane gencin çiçek açmadan göçmesine izin verecekler?
                       

 Keşke sorunlar sadece üniversite sınavını kazanmakla bitse. Masraflar... Hele il dışında bir üniversite okuyorsan masrafın tavana vurmuş demektir. Ben kaç genç biliyorum birinci yılını bitiremeden gittikleri üniversiteden maddi olanakların yetersizliği yüzünden geri dönen.O gençlerin evlerine döndüğünde sorunları bitmiyor. Daha sonra bir dizi bunalımlar onları rehin alıyor. Bazen bunalımlar daha güçlü geliyor. İl dışında okuyanlar çok daha ağır bir sınav veriyorlar. Ailelerinden ayrılar , bilmedikleri bir yerde yaşamaya başladıkları yetmiyormuş gibi birde hasret duygusu ile başa çıkmaya çalışıyorlar. Şu bir gerçek ki;" kimse bilmez" üniversite sınavını kazanmak , üniversite tercihi yapmaktan daha kolay olduğunu. O tercih dönemi asla anlatılmaz sadece yaşanır.

Gençlerin hayalleri vardır, birde bu gençlerin ailelerinin hayalleri vardır. Genelde bu hayaller birbiri ile çakışmaz. Bu kavga sınavdan önce başlamıştır zaten. Ancak dünyadaki en zor şey bir genci kararından döndürmektir. Aile er ya da geç gencin istediğini kabullenir. Ancak bu her zaman geçerli değildir. Bu genç ile hayalleri arasındaki bağın güçlü olup, olmadığı arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Hadi üniversiteyi kazandın diyelim, istediğin bölümü seçtin diyelim. Basında haftada bir çıkan ;"Üniversite öğrencileri işsiz!" başlıklı haberler senin yakanı bırakır mı sanıyorsun? Hayır bırakmıyor! Her zaman beyninde bir köşede aklını fare gibi kemiriyor.


Ayrıca üniversite sınavının mevzuatı her yıl değişiyor. Gençler adapte olmakta güçlük çekiyor. Hiç kimse düşünmüyor mu acaba" Bu çocuklar hayatlarının kararlarını alacaklar, bu çocuklar hayatlarına bir yön verecekler "diye? Ayakkabı değişir gibi mevzuat değiştiriyorlar.

Ben bir sözel öğrencisiydim. Sınavda felsefe bölümü bendeydi ve sorularını ben çözüyordum. Ama gel gelelim felsefe öğrenciliğini eşit ağırlık öğrencileri okuyordu. Bu absürtlük ne, YÖK, MEB her neyse komedi filmi mi çekiyor? Eğer öyleyse çok berbat bir yönetmenler.


 İssiz gençler , okulu olmayan gençler bu insanlara kim sahip çıkacak.Bu gençler askeri maaşta,askeri bir hayat sürmek zorundalar mı? İnanın içinde bulundukları bunalım bazen hayatlarını karartan kararlar almaya , yanlış yollara girmeye sokuyor onları. Toplumun bakış açısını anlatmama gerek yok herhalde! Bunalım , melankoli onları çaresizliğe itiyor ve topluma, kendilerine, ailelerine zarar veriyorlar. Üniversiteler yetersiz. Stajlar çok gevşek ve alakasız. Alakasız derken bir fotoğraf öğrencisi et fabrikasına yollanıyor staj için, bunu kast ettim. Staja bu kadar az önem veren bir ikinci ülke var mıdır acaba? Okullar sahte staj dosyaları ile dolu okullar. Öğrenci staja birgün bile gitmeden , her gün geldiği gösteriliyor.
Bakınız Abbas Güçlü'nün bu konu hakkındaki engin düşünceleri"http://gundem.milliyet.com.tr/Milliyet.aspxaType=gundemYazarTumYazilarV4&AuthorID=67". Buna karşılık işverenler deneyimsiz eleman istemiyorlar. Buyurun bir zıtlık daha. Bazı meslek dallarında durum daha farklı öğrencilerin staj imkanları maalesef ki yok. Mesela iletişim öğrencileri. Bende onlardan biriyim :(

           
Maddi olarak gençlerin olanakları malumunuz. İnan bana o kadar yaratıcı ve zeki gençler var ki maddi yetersizlikten dolayı köreliyorlar. Hadi gel sen eğlen sayın çok bilmiş büyüyüm. Yol parası, yemek parası, kitap parası, dershane parası ... bitmiyor. Çok kolay konuşması... Ben oturduğum semtte yol parası nedeni ile okula gidemeyen öğrenciler gördüm. Gel sen git sinemalara, müzelere, sergilere , bienallere, gezilere...Sonra çocuklarımız kültürümüzden ve sosyal aktivitelerden çok uzak diye söylenin. Yeterli imkan var mı? Önce onu bir düşünün.


Ya kılık, kıyafet ile yargılanmamız. Gençler kendilerini ifade edebilmek için farklı görünümlere bürünüyor. Yırtık blue jeanlar, renkli saçlar, hızmalar ,metalik materyaller , rengarenk ayakkabılar.kotlar .boyalar....



Hiç düşündünüz mü bu gençler neden böyle yapıyorlar diye?Ben söyleyeyim; değer görmüyoruz, sevgisiz ve ilgisiz yetişiyoruz. Düşüncelerimiz sorulmuyor, değer görmüyor. Hocalar küçük görüyor, cesaretimiz annemizin terliği altında eziliyor. Kimse karşısına alıp, konuşmuyor. Yetmemiş gibi gözleriniz ile bize bir pislikmişiz gibi bakıyorsunuz. Genç olduğumuz için cahil, değersiz, iflah olmaz bir soytarı gibi görülüyoruz.

Evet , bazen bu düşüncenizi içinizde tutamıyor; toplu insanların içinde dile getiriyorsunuz "Ülkeyi bunlara mı bırakacağız?, Yazıklar olsun! Bu gençlik nereye gidiyor?" Ben söylerdim de gençliğin nereye gittiğini terbiyem müsade etmiyor. İstesen de istemesen de bu ülkeyi bize bırakacaksınız. 

Acaba devlet büyüklerinin demografik yatırım denen bir şeyden haberleri yok mu? Yok bence olsa böyle olmazdı. Avrupa ülkelerinde demografik yatırım en önem verilen yatırımdır. Avrupa özentisi biri değilimdir ama bu bir gerçek. 

Artık izin verin kılık, kıyafetimiz ile kendimizi ifade edelim. Artık var olduğumuzu görün ve biraz saygı duyun.Bir kişinin bile gençlere bakış açısı değişse ne ala!

Son olarak üniversite sınavı ile ilgili şunu söylemek istiyorum.Bir bakan geçenlerde sınavda her şey eşit dedi. Evet her şey eşit ama sınav öncesi her şey eşit mi? Liselerdeki eğitim kaliteleri eşit mi, her öğrenci dershaneye gidebiliyor mu? Bunun üzerinde düşünmesini isterim. Cem Yılmaz ile yazıma son vereceğim. "Maksadını bu kadar belli eder bir insan! Yerleştirme sınavı:!..." :)

0 yorum:

   Bugün size ne bir kitap ne de bir film önereceğim. Bugün yaşadığım bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Ayrıca bu konudaki bilgil...

PKK'lı Değil Kürt'üm , Ben Kürt Etnik Kimlikli Türk'üm.

04:12 Unknown 0 Comments


  
Bugün size ne bir kitap ne de bir film önereceğim. Bugün yaşadığım bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Ayrıca bu konudaki bilgilerimi de değerli buluyorum. Çok klasik evet Kürtlük-Türklük meselesi. Ben Kürt etnik kökenli bir Türk'üm. Kürt'lerin beş kolundan birine mensubuz. Zaza olarak adlandırılır. Dilimizde Zazacadır. Evet ilk defa duymuş olabilirsiniz Zazacayı, Türkçe, Arapça , Fasçadan oluşan kelimelerle doludur. Daha çok Kürtçeye benzemektedir. 

Öncelikle her Kürt PKK adlı adi topluluğa hizmet etmez. Yani Kürtlük ile PKK terör örgüdü arasında dağlar kadar fark vardır. Maalesef ki bu ayrımı ülkenin önde gelen akademisyenleri yapamazken halktan ne beklenir?!!! Bunun bilinmesi gerekir ve her doğulu vatandaşa PKK terör örgütünü temsil eden imalarda bulunmamamız gerekir. Ben bugün doğulu olduğum için hor , görüldüm . Açıkçası çokça yaşadığım bir durum. Bence insanlar doğu halkını tanısa çok sevecekler. Orada ki insanlar sömürülüyor. PKK Terör örgütünü siyasi meydanda temsil eden BDP 'ye oy vermedikleri taktirde bazı yaptırımlara tabii tutuluyorlar. Bu maalesef ki basına yansımıyor. İstanbul da doğu insanlarını bir kesim çok ama çok küçük görüyor. Bu kabul edersiniz ki var.

Ancak şu da bir gerçektir. Bazı doğudan gelen vatandaşlar daha çok gençler İstanbul'da kendilerini PKK Terör örgütünü savunan bir konuma sokuyor. Bence sadece cahilliklerinden böyle bir davranışa baş vuruyorlar ya da bir guruba ait olmak için bunu yapıyorlar. 

Ben bir Kürt kökenli biri olarak hiç bir ayrım göremiyorum ortada. Doktora gittiğim zaman herkesle eşit muameleyi görüyorum. Bankada, sinemada, okulda, yolda, çeşitli eğlence mekanlarında her ama her yerde Türk kökenli insanlarla eşitim. Bu eşitlik olduğuna göre anlamanız gerekir. Mesele Kürtlük- Türklük meselesi değil Türk Cumhuriyeti ile PKK Terör örgütü meselesidir. Maalesef ki zavallı doğulu insanlar ise bu savaşta arada kalmış bilinçsiz bir toplum. Çok derin bir sorun ama herkesin bildiği bir durum bu. Fark edelim artık BÖL-PARÇALA stratejisine maruz kalıyoruz. Ve bu stratejinin kimlere ait olduğunu çok iyi biliyoruz. 

Şehitlerin acısı daha fazla artmasın bu dayanılmaz bir acı. Şunu açık söyleyeyim bir şehit ailesi ile karşılaşsam onlara etnik kökenimi söylemem. Korkarım çünkü; Kürt kökenli vatandaşlar direk PKK 'lı olarak görülüyor. Geçen bir haberde askerlerin çoğu şehit olmadan intihar ediyormuş. O intihar eden askerler acaba hangi koşullar içindeydi ,nasıl bir korku sarmıştı etraflarını ? Onların yerine koyabiliyor musunuz kendinizi? Ya ailelerinin yerine koyabiliyor musunuz kendinizi? 

Şehitlerin derdi içimizi deldi geçti. Bu çözüm sürecine neden ılımlı bakmıyoruz. Bırakalım çıksınlar yurdumuzdan, bırakın akil insanlar toplumu yumuşatsın. Ne istiyoruz ki? Gördüğünüz gibi konu büyük bir kör düğüm olmuş. Vatanı kurtarırken, Kürt'ü, Türk'ü, Çerkez'i hep birlikte kurtardık. Etnik kökenimiz bizim zenginliğimiz , cezamız değil. Değerini bilelim.



Son olarak herkes görevini yerine getirmeli. Burada bir komşum var, oğlu askere gitti. Şarka gitti askere ve burada oğlundan beter askerlik yaptı. Her gün ağladı, telefonlardan kaçtı, dışarı çıkmadı. 15 ay matem tuttu. Sanki ölmeden oğlunun yasını tutuyordu. Şükürler olsun ki askerimiz sağ salim geldi. Acaba kaç anne böyle oldu? Düşünün binlerce... 

0 yorum:

Yeryüzünde yüzlerce kültür var. Ben bu kültürleri dünyanın zenginliği olarak görüyorum. Hepsi birbirinden çok farklı, çok şaşırtıcı... E...

Ayşe Kulin Ve Başımıza Gelenler...

04:11 Unknown 0 Comments


Yeryüzünde yüzlerce kültür var. Ben bu kültürleri dünyanın zenginliği olarak görüyorum. Hepsi birbirinden çok farklı, çok şaşırtıcı... Etnik kimlikler, gelenekler, görenekler hepsi zenginlik ve ayrı bir tat. Bu zenginlik çok güzel bir şey olmasına karşılık bazen çok can yakabiliyor. Mesela Türk-Kürt etnik kimliği gibi... Her kültürün olaylara bakış açısı farklı. Mesela; farklı kültürlerin yazarlarını düşünün, önce kendi kültürlerince anlaşılır ve sevilirler. Evrensel bir yazar olsa da, evrensel konuları işliyor olsa bile önce kendi kültüründe benimsenir.

Bugünkü yazımda bizim kültürümüzde en çok benimsediğimiz yazarımız Ayşe Kulinden bahsedeceğim. Ve Ayşe Kulin'in " Gizli Anıların Yolcu " ve " Bora'nın Kitabı" adlı eserlerinden bahsedeceğim. Ayşe Kulin 2011'in en çok kazanan ve satan yazarı oldu. Bu başarıyı " Gizli Anıların Yolcusu " adlı eseri ile kazandı. 


Ayşe Kulin " Gizli Anıların Yolcusu " kitabının devamı olan " Bora'nın Kitabı "'nı da 2012 yılında çıkardı. Nehir roman dediğimiz işi başardı Ayşe Kulin. Yani aynı konuyu birden fazla kitapta işledi. 

Gizli Anıların Yolcusu'nu okuduğum zaman çok ama çok etkilenmiştim. O kadar derin ve ayrıntılı bir araştırma yapılmış ki hayretler içinde kaldım. Kitabı okuduktan sonra Ayşe Kulin'in 

bir çok röportajını okudum. Bu kitabı gayler üzerine yazan Ayşe Kulin bunu gay hayranlarının ricası üzerine yazmış. Gay hayranları birleşip bizimle ilgili bir kitap yazmanı çok istiyoruz demişler. 

Bunun üzerine Ayşe Kulin gayler üzerine birçok kitap okumuş ve doluca araştırma yapmış. Hatta" Gizli Anıların Yolcusu " adlı kitabında 2011 de gay ikonu seçilen Hande Yener'den de bahsetmiş. Şaşırdığım nokta gay ikonu olan popüler şarkıcımız Hande Yener'in gay ikonu olduğunu çok az kişi bilir. Hatta gayle bile bilmiyorlardır. :) Bunu düşününce Ayşe Kulin'in ne kadar büyük bir araştırma yaptığını görüyoruz. 

Bu iki kitapta, Bora adında genç , doğulu bir gay ile İlhami adında evli, bir çocuğu olan, orta yaşlı bir adamın aşkından bahsedilmiş. Bu konu üzerine birçok kitap yazılmasına karşılık Ayşe Kulin'in elinden çıkınca o kadar itici gelen bu konunun kitabı milyonlar satıyor. Belki de artık marka çağındayızdır!!! 
  


  Ötekileştirme, herkesin zalimce yaptığı bir davranış. İki üniversite bitirmiş, çok entelektüel bir insan bile çocuğunun gay ya da lezbiyen olmasına tahammül edemez. Hele Türkiye'de gay olmak çok zor bir iş. Onlara yaşam alanı maalesef ki hiç yok. Hayatları cinayetler ve tehditler ile dolu. Çok az seçenekleri var. Ya ailelerinden kaçıp seks işçisi olacak ya da hayatı boyunca rol yapıp kendi kimliğini saklayacaklar. Bazen istisnalarda oluyor. 

Ayşe Kulin bu kitabı yazdığı için ve ötekilerin sesini duyurduğu için çok mutlu olduğunu belirtiyor. 


Gerçekten de seslerini duyurdu. Benim gaylere karşı bakış açım , fikrim ve duygularım değişti. Daha ılımlıyım artık. Gizli Anıların Yolcusu'nda İlhami'nin gözünden olayları ve düşünceleri görüyoruz. 420 küsurluk bir kitap. Bora'nın Kitabı'nda ise Bora'nın gözünden her şeyi görüyoruz. 299 küsurluk bir kitap . 

Bu kitaplarda aynı konu işlenmesine rağmen birbirinden çok farklı iki kitap gibi ustaca yazılmış. Her sayfa, her paragraf, her satır birbirinden farklı.

 Kitaplarda bir cinayet var ve perde arkasını tam anlamıyla iki kitabı da okuyunca çözeceksiniz. Bu iki kitap sürprizlerle dolu. Ayşe Kulin'in parmaklarından resmen sanat akmış. Bu iki kitap benim kitaplığımın baş köşesinde, sabırsızlıkla üçüncüsünü de bekliyorum. Okuyun , inanın çok seveceksiniz.

Bu yazımda sadece Ayşe Kulin'in kitaplarından bahsedecektim ama size kıyamadığım için çok güzel ama çok güzel bir film önereceğim. Josh Duhamel ile Katherıne

Heıgl'in başrolleri paylaştığı filmin adı" Başımıza Gelenler! " . Tam anlamıyla bir aile filmi.

Filmin türü romantik-komedi. Emin olabilirsiniz ki hem çok duygusal hem de çok ama çok komik bir film.

Bu filmde her şey tadında bırakılmış. Kast seçimi mükemmel oturmuş. Birbirinden nefret eden iki kişiyi kader bir araya getiriyor ve biliyorsunuz ki nefretten sonra büyük bir aşk başlıyor. Ama film benim anlattığım kadar basit değil. İsteyenlerle iddiaya girerim bu filmi bir kereden fazla izleyeceksiniz. Filmde üçüncü bir karakterimizde bir bebek. Tatlılığı ekrandan odanıza taşacak. :) Biraz gülmek ve güzel duygulara dalmak istiyorsanız buyurun " Başımıza Gelenler! "'i izleyin. Şimdi sizi fragmanla baş başa bırakıyorum. Fragmanda bile çok eğleneceksiniz. Kendinize iyi bakın görüşmek üzere... :)

0 yorum:

Bugün sabah çok erken uyandım, camdan dışarıya baktım. Dünya inanılmaz güzel, kuşlar ve ağaçlar olmak üzere bir harika her detay. Büyük ...

Türk Edebiyatında "İskender" ve "Talihsiz Serüvenler Dizisi"

04:10 Unknown 0 Comments


Bugün sabah çok erken uyandım, camdan dışarıya baktım. Dünya inanılmaz güzel, kuşlar ve ağaçlar olmak üzere bir harika her detay. Büyük bir nefes aldım, kuşları dinledim, güneşi ağaç yapraklarının arasından izledim. Biraz durdum ve bu güzel dünyadan bütün teknolojileri çıkarsak ne kadar güzel olur diye düşündüm. Böylece araba egzozları, fabrika bacaları ve pis atıkları, dayanılmaz gürültü kirliliği, sosyal medyanın insanlar üzerindeki olumsuz etkileri olmadan dünya daha da güzel olur diye düşündüm. Bunları düşünürken içim huzur doldu. Gerçekten teknolojinin olumsuz yönlerini düşününce ilkel insanlara özeniyorum. Bu çok derin bir konu içine dalmadan kıyısından dönelim en iyisi.

0 yorum:

Hayat çok hızlı, hızlıca akıp gidiyor, şelale misali...Adeta bir maraton. Sanki koca bir sistemle ilerliyor. Yavaşlayıp, soluk aldığın a...

"Fareler ve İnsanlar'ın" Özelliği ve "Sucker Punch'un" Verdiği Hırs

04:09 Unknown 0 Comments


Hayat çok hızlı, hızlıca akıp gidiyor, şelale misali...Adeta bir maraton. Sanki koca bir sistemle ilerliyor. Yavaşlayıp, soluk aldığın an sistem seni dışarıya atacak gibi. Bir gün içinde kaç duyguyu tadıyoruz. Duygudan duyguya atlıyoruz. Duygular birbirine giriyor, karışıyor. Bazen duygularımızı ifade etmekte, onlara isim koymakta zorlanıyoruz.

 Dünyada duygularını çok iyi tanıyanlar, onlara doğru isimleri koyanlar her zaman ön plana çıkıyor, dikkat çekiyor. John Steinbeck. duygu yoğunluğunu bilen, gerçekçi, sürükleyici, akıcı bir yazardır. Edebiyat alanında Amerika'nın dünyaya kazandırdığı bir kalem ustasıdır. Romanları ile dünyada raman sever insanların gönlünü çelmiştir. Bence Amerika'nın dünyaya kazandırdığı en güzel insanda John Steinbeck'tir. Bu yazımda size Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar" adlı eserini elimden geldiğince size anlatmaya çalışacağım. Kitabı okumadıysanız büyük bir kayıp içindesinizdir. Benim için kitaplar arasında en güzel yere sahiptir. Kitapta olaylar iki arkadaşın arasında döner. Betimlemeler ve psikolojik analizler bir kitapta bu kadar kısa ve öz, bu kadar güçlü ve ustaca yapılabilir. İki arkadaşın başına gelen talihsiz olaylar, birbirlerine duydukları sadakat ve sevgi okuyucuyu kitaba bağlıyor. Çok zor bir hayatın acılar, talihsizlikler, güçlükler içinde yaşadığı güzel ve duygusal bir aşk sığdırıyor Steinbeck. Kötü bir son bekliyor bizi. Duygusal olanlarımızın göz yaşlarına sahip olamayacağına eminim. Fareler ve İnsanların ardından John Steinbeck'in "Gazap Üzümleri" adlı eseri ile kitap okuma serüveninize devam edeceğinizden de eminim.

Bir insanı başarıya götüren en önemli olgulardan biride motive olmaktır. Başarılı olmamız için motive olmamız gerekir. Motive olmakta insanların sevdiği şeyler ile meşgul olması ile mümkündür. Mesela ben üniversiteye hazırlanırken kendimi film izlemek ile motive ederdim. Çünkü biraz başka hayatlara dalmak , onların hayatını izleyip biraz dinlenmek isterim. Aynı tadi kitaplardan da almaktayım. Bir gün yolum "Sucker Punch" adlı film ile kesişti.

Yönetmenliğini Zack Snyder'in üstlendiği Sucker Puch filmi değişik, marjinal dokusu filmin girişinde kendini belli etmektedir. Sürrealist fildir.

İnsana azim ve hırs gibi güzel duygular katmaktadır. Filmde kendimizde olan gücü fark etmemiz gerektiğini farklı bir yol, fark bir teknik ile anlatılmıştır. Filmde başrol oyuncularının kendilerinin, kendi hataları ile düştükleri çukura yine kendi güçleri ile tehlikeli aşamalardan geçerek atlatmaları anlatılmaktadır. Fantastik bir film olmasına rağmen verilen mesaj çağımıza çok uygundur. Benim aldığım mesaj: başarmak için, mutlu olmak için aradığımız güç içimizde, rahat olmalıyız ve çalışmalıyız, başarı bizim avuçlarımızın içerisinde... Yönetmenin amacı insanları uyandırmak olmalı. Şahsen beni uyandırdığını söyleyebilirim. Filmin müzikleri inanılmaz güzel ve dinlenme oranları oldukça yüksek. Görüntü, ses, efekt, montaj ve kurgu inanılmaz teknolojilerden ve ellerden çıkmıştır. 

0 yorum:

Babel , Meksika'lı yönetmen  Alejandro González Iñárritu 'nun 2006 yılında çektiği filmidir.Oyuncuları  Brad Pitt ,  Cate Blanch...

Öneri:"BABEL"

04:07 Unknown 0 Comments


Babel, Meksika'lı yönetmen Alejandro González Iñárritu'nun 2006 yılında çektiği filmidir.Oyuncuları Brad PittCate BlanchettGael Garcia BernalAdriana Barraza'dır.

Film dört farklı hayatı, kültürü, insanı, konuyu, mekanı aynı zaman dilimi içerisinde birleştiriyor.Bu dört farklı hayat birbirinden oldukça farklı olmasına rağmen zeki yönetmenimiz bu farklı hayatları ortak bir noktada birleştiriyor.İzlediğim zaman hayran kaldım. Bu filmi herkesle paylaşmam gerektiğini anladım.Bu filmi çekmek bence büyük bir zeka ve bilgi birikimi gerektirir.Filmin coğrafyası oldukça geniş; Fas'tan, Meksika'ya, Amerika'dan , Japonya'ya kadar uzanır. Sanki film izlemiyoruz da dünya turu yapıyormuşuz gibi hissediyorsunuz.


Aslında olay örgüsü çok zor değil. Filmin sonuna kadar gizemini korumaktadır. Şahsen benim filmin başından beri düşüncem bu 4 farklı hayat kesitlerini nerede, ne şekilde birleşeceği konusundaki merakımdı. Sonu ise şaşırtıcı bir şekilde bitiyor. Bizleri mutlu son bekliyor.Tamamını anlatmak taraftarı değilim. Dileğim filmi izlemeniz yönündedir.Filmde bütün dünyayı kapsayan bir soruna farklı bir ustalık ile yaklaşılmış.İşitme engelli Japon bir kız var. Yönetmen kendimizi o kızın yerine koymamız için harika bir yöntem kullanmış.Gerçekten ben o duyguya girdim. Hepimizin işaret dili üzerinde eğitim almamız gerektiği konusunda bilinçlendim. Duygu yoğunluğu yaşadım.Aslında filmin başından beri duygudan duyguya atladım. Kültürler arası farklar belirgin bir şekilde ortaya konulmuş. Ama asıl mesaj çok farklı kültürler, etnik kimlikler, dinler, diller, hayatlar olsa da insan özünün iyi olduğudur. Vicdanın önemi vurgulanmıştır.

Görüntü ve ses kalitesinin üst düzey olduğunu ve yönetmenin kalıplaşmış çekim planlarından yararlanmadığını gözlemledim. Kendi çizgisi olan bir yönetmen olduğundan eminim. Brad Pitt'in şansı mıdır nedir? Her zaman kült olacak, fark yaratacak filmler de oynuyor.Keza "Fight Club"bu filmlerden biridir. Uzun lafın kısası eğer vakit harcamaya değer bir film izlemek isterseniz size gönül rahatlığıyla Babel'i öneririm.Ve sizi Babel 'in fragmanı ile baş başa bırakıyorum. Görüşmek üzere mutluluklar dilerim.


0 yorum:

                                                Bugünkü yazımda konuyu başlıkta özetledim aslında. Artık yeni ve güzel bir akımın si...

Yeni Akım : Masallar'dan Beyaz Perdeye

04:05 Unknown 0 Comments

                                 


              Bugünkü yazımda konuyu başlıkta özetledim aslında. Artık yeni ve güzel bir akımın sinemada doğduğuna inanıyorum. Herkesin bildiği masalları , destanları fantastik bir şekilde beyaz perdeye sunuyorlar. Bence beyaz perde için muhteşem bir akım . Yeni bir akım çünkü genelde sinema edebiyatta romanlardan beslenirdi. Hatta ülkemizde romanlardan diziler oldukça fazla. 


                 Bu akımın en güzel örneğini 2012 haziranında " Pamuk Prenses ve Avcı " adlı sinema filminde gördük. Bildiğimiz pamuk prenses ve avcı filmini macera dolu bir hale getirerek sundular. Gerçekten her izleyenin beğendiği çok başarılı bir film oldu. Bende çok beğendim. Heyecan doluydu , her sahne çok yüceleştirilmiş. Müzikte filmle çok uyumluydu. 




                 Ama size bu akımın çok güzel bir örneğini tavsiye edeceğim. " Hansel ve Gretel Cadı Avcıları " isimli sinema filmi izlemeye değer bir gösterim. Eğer " Pamuk Prenses ve Avcı 'yı " izlediyseniz bu filmi de hemen izleyeceğinize eminim. Filmde kullanılan efektler mükemmel diyebilirim. Her sahnesi heyecan dolu. Sonu da güzel bitiyor,başı da güzel gözüküyor. 


             Aslında bu filmlerin alıcısı daha çok Avrupa pazarı. Türkiye de böyle filmlerin yapılmamasının asıl nedeni pazarı olmamasıdır. Ama bizde böyle yaparsak kendi kültürümüzü daha iyi tanıtabiliriz. Lise döneminde Şeyh Galip'in " Hüsn ü Aşk " eserini okuduğumda bunu beyaz perdeye uyarlasak kendi kültürümüzü çok iyi tanıtacağımızı düşündüm. " Pamuk Prenses ve Avcı " filmini izledikten sonra Hüsn ü Aşk'ın fantastik olarak beyaz perdeye daha uygun olduğunu söyleyebilirim. 


                       
                  Şimdi sizi " Hansel ve Gretel Cadı Avcıları " 'nın fragmanı ile baş başa bırakacağım. Bu tür fantastik filmleri seviyorsanız hemen izleyin.


                                         

0 yorum:

      Bu hafta ikinci Ferzan Özpetek filmini paylaşacağım. Elimde değil, kendisine büyük bir sevgi taşıyorum. Hayranıyım. Hemde en sevdiğim ...

Ferzan Özpetek " Serseri Mayınlar "

04:03 Unknown 0 Comments

     Bu hafta ikinci Ferzan Özpetek filmini paylaşacağım. Elimde değil, kendisine büyük bir sevgi taşıyorum. Hayranıyım. Hemde en sevdiğim filmini paylaşacağım. Hayatım da en çok istediğim şeylerden ikisi; Ferzan Özpetek'in bir filmi yazdığı aşamada ve çektiği aşamada yanında olmak ve Gürse Birsel'in senaryo yazdığı zaman yanında olmak . Bu iki isim beni çok heyecanlandırıyor. O kadar başarılı ve duygu yüklüler ki... 
       

                       


    Hele Ferzan özpetek'in " Serseri Mayın " isimli filmini izlerseniz ne kadar duygu yüklü biri olduğunu fark edeceksiniz. En başta şunu ifade etmeliyim ki Ferzan Özpetek Filme öyle bir giriş yapıyor ki. Ben bu sahnede kendimden geçtim . Çok güzel bir kast, çok ama çok güzel bir mekan... Çok fazla merak duygusu.. Filmin girişinde bir gelin koşarak sahil kenarında , yeşillikle dolu , sımsıcak bir eve doğru gidiyordu. Ağlayarak! Girişteki merak duygusuna bakın !


 İşte o sahneler...


                     Filmde yine Ferzan Özpetek klasiği bir konu işlenmişti. Eşcinsel temalı bir filmdi. Ancak bu sefer filmde aile bağları patlamıştı. İtalya'daki aile bağlarının nasıl olduğunu vurguluyordu. Ama filmin çekimini, konusunu , efektleri her şeyi boş verin ! Filmin inanılmaz bir rengi var.Ferzan Özpetek'in   bu filmdeki görüntüler en iyisi. 



                   Filmin en iyi kastı ailedeki babaanne ! Bu karakterin üzerine çok ayrı bir film çekebilirim. Bence Ferzan Özpetek değerlendirmeli. O kadar güzel bir yaşlı kadın yok. O kadar derin iyi bir oyuncu ki izlerken anlayacaksınız. Ayrıca bu oyuncuyu Ferzan Özpetek'in " Harem Suare " filminde de oynadı. Benim filmde en etkilendiğim ve ağladığım sahne . Şeker hastası olan bu babaannenin intiharı oldu. Ama böyle güzel intihar olamaz. Ben çok ağladım. Şeker hastası bir kadın bu. Bundan başka bir şey paylaşmak istemiyorum. İzleyin görün..
  

Babaannenin intihar sahnesi !

              
              Filmin müzikleri ayrı bir taktiri hak ediyor.Ayrıca Ferzan Özpwtwk'in Sezen Aksu takıntısı vardır. Her filminde mutlaka bir Sezan Aksu şarkısı yer alır. Hatta Sezen Aksu filmlere özel saundlar yapmaktadır.  Nina Zili & 50Milo 'nin Gioliano Palma adlı şarkısını şarkısını uzun süre dinledim. Bir dinleyin isterseniz.


Sezan Aksu - KUTLAMA -

                 

                    Filmin fragmanı sizi çekecektir zaten o nedenle tekrar tekrar izleyin demeyeceğim. :)

0 yorum: